E- NEREDEN NEREYE
Tefsir alimlerine, Kur’an’ın en önemli kavramlarından Hikmeti sorsanız, İmam Şafiî’nin, bir ayete veya hadise dayanmadan söylediği şu sözü esas alarak “hikmet sünnettir” derler.
“Kur’ân bilgisine sahip güvendiğim bir zattan şunu işittim: “Hikmet Allah’ın Elçisi’nin Sünnetidir.” Hikmet Kur’ân’a tabi kılınmış, Kitap ve Hikmet öğrenimi Allah’ın kullarına ikramı sayılmış iken, doğrusunu Allah bilir ama buradaki Hikmet’e Allah’ın Elçisi’nin Sünneti dışında bir şey denemez[66].”
Onlara deseniz ki: “Allah Teâlâ, Bakara 2/129, 151, Âl-i İmrân 3/164 ve Cum’a 62/2. âyetlerde Muhammed aleyhisselamın resul sıfatıyla Kitab’ı ve Hikmet’i öğrettiğini bildiriyor. O, bunları nasıl öğretmiştir?” Verecekleri bir cevap bulamazlar.
Hikmet unutulunca Kur’an’ı Allah’tan başkasının açıklayamayacağı gerçeği de unutulmuş, bilerek veya bilmeyerek alimler, kendilerini Allah’ın yerine koyup (Hud 11/1-2) Kur’an’ı açıklamaya başlamış ve her şeyi alt üst etmişlerdir. Sözün bittiği yerde baskılar devreye girdiği için, insanları baskı altına almışlar ve dinden dönen, nebîye söven veya hakaret eden kişilerin öldürülmesi konusunda tam bir ittifak oluşturmuşlardır.[67]
Halbuki Nebimiz hayatta iken Yahudiler, organize bir şekilde sabah mümin, akşam kafir oluyorlardı ama hiçbirinin kılına dokunulmuyordu. Bunu anlatan ayetler şunlardır:
وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ . وَقَالَت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُواْ بِالَّذِيَ أُنزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُواْ آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“Ehlikitaptan /kitaplarında uzman olanlardan bir kesimi şöyle dedi: “Şu müminlere indirilene günün başında inanın, sonunda inkar edin; belki vazgeçerler.
Sizin dininize uymuş olandan başkasına inanıp güvenmeyin!” Sen de ki: “Doğru yol, Allah’ın gösterdiği yoldur.” (Onlar şunu da söylediler:) “Size verilenin bir denginin başkasına da verildiğine veya Allah katında size karşı delil getireceklerine de inanmayın!” Sen de de ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu, tercih ettiği kişiye verir. Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.” (Âl-i İmran 3/72-73)
Medine’de Hazrec kabilesinin reisi ve münafıkların başı olan Abdullah b. Übey b. Selul ve çevresindekiler Benî Mustalik savaşı sırasında, nebîmize ve müminlere hakarette zirve yaparak şöyle demişlerdi:
“Hele Medine’ye dönelim; biz üstünler, o alçakları elbette oradan sürüp çıkaracağız.” (Münafikun 63/8)
Bunlar, Kur’an’ın koyduğu üç kırmızı çizgiyi çiğnemedikleri için kendilerine dokunulamazdı. Bu çizgiler; dininizden dolayı bizi öldürmeye kalkmaları, bizi yaşadığımız yerlerden çıkarmaları veya çıkaranlara destek vermeleridir. Bu çizgileri çiğnememiş olanlarla dostane ilişkiler bile kurulabilir (Mümtahine 60/8-9). Yasak olan, böylelerini birinci dereceden dost saymamızdır (Al-i İmran 3/28).
Herşey bu kadar açık ve net olmasına rağmen gelenekte dinden dönen, nebîye söven veya hakaret edenlerin öldürülmeleri ile yetinilmemiş, dini sorgulamanın önüne dahi aşılamaz engeller konmuştur. İbn Abidin olarak bilinen Muhammed Emîn b. Ömer (ö. 1252/1836), Şeyhülislam Ebussuud’un Maruzat’ında, özet olarak şöyle bir soru gördüğünü anlatır:
“Bir öğrencinin yanında Nebî’nin bir sözünden bahsedildi. Öğrenci dedi ki: Nebî’nin bütün sözleri amel edilen doğrular mıdır?
Ebussuud’un buna cevabı şu oldu: Bu soru tarzı, Nebî’nin sözüyle amel edilmeyeceğini gösterir şekilde olduğu için onu söyleyen kafir olur. İkinci olarak, bunu söyleyen Nebî sallallahu aleyhi ve selleme uygunsuz bir şey yakıştırmış da olur. Soru tarzı ile kafir olmasından dolayı imanını tazelemesi emredilir ama öldürülmez. Ama sorunun içeriği, onun zındıklığını gösterir. Yakalandıktan sonra tövbesi ittifakla kabul edilmez ve öldürülür[68].”
Kitap ve Hikmetin devre dışı kalmasına bir kaç örnek daha vererek konuyu kapatalım.
Yazımın devamı yarın